Paylaşımında “Herkesle görüşmeye, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan anlatmaya devam edeceğiz…” ifadelerini kullanan Erhürman’ın açıklaması şu şekilde:
“AB Kıbrıs Özel Temsilcisi Johannes Hahn ile Parti Merkezimizde görüştük. Basında da yer aldığı gibi, Kıbrıs’a ilgili tarafları dinlemeye geldiğini söyledi. Diyalog ve diplomasi her zaman iyidir.
Kıbrıs sorunu ve sorun ekseninde oluşan diğer konularla ilgili görüşlerimizi aktarma fırsatı bulduk. Kamuoyunun bizim ne anlattığımızı bilme hakkı çerçevesinde burada (mümkün olduğunca) bir özet yapmak istiyorum:
1. Kıbrıs Türk halkının, Annan Planı referandumlarında evet demesine, Talat-Hristofyas ve Crans Montana’da Akıncı-Anastasiadis görüşmelerinde çözüm iradesini açıkça masaya yansıtmasına karşın çözüme ulaşılamamış olduğunu hatırlatarak başladık.
2. Yeni bir kapsamlı müzakere süreci başlayacaksa, buralarda yaşananlardan ders çıkarılması gerektiğini, bizim müzakere olsun diye müzakere istemediğimizi, bizi çözüme ulaştıracak bir müzakere istediğimizi söyleyerek, uzun bir süreden beri kamuoyuyla paylaştığımız, metodoloji değişikliğine ilişkin önerilerimizi ortaya koyduk.
3. Bu çerçevede, iki eşit kurucu devlete ve siyasi eşitliğe dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon zemininde yeni resmi müzakere süreci başlamadan önce, hepsi BM’nin sözü olan dört noktanın güvence altına alınması gerektiğini, BM’nin kendi sözlerine sahip çıkmasının kapsamlı çözüme ulaşılması noktasında son derece önemli olduğunu anlattık. Bu dört nokta, daha önceki açıklamalarımızdan bilindiği gibi, özetle şunlardır:
(a) BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında ve bugüne kadarki yakınlaşmalarda yer aldığı gibi, dönüşümlü başkanlığı ve Kıbrıslı Türklerin olumlu iradesinin yansımadığı herhangi bir kararın federal organlardan çıkamayacağı ilkesini içerecek şekilde siyasi eşitlik pazarlık konusu değildir ve bu durum resmi müzakere başlamadan önce teyit edilmelidir.
(b) 2017 Crans Montana’ya kadar olan tüm yakınlaşmalar resmi müzakere başlamadan önce kabul edilmeli, resmi müzakere sıfırdan başlamamalıdır.
(c) Sn. Guterres’in açıkça belirttiği gibi resmi müzakerelerin bir zaman sınırlaması olmalı ve sonuç odaklı bir müzakere metodolojisi resmi müzakere başlamadan önce açıklanmalıdır.
(d) Bir kez daha Kıbrıs Türk tarafının uluslararası toplum tarafından tespit edilen olumlu yaklaşımına karşın çözüme ulaşılamazsa statükoya geri dönülmeyeceği resmi müzakere başlamadan önce güvence altına alınmalıdır. Bu konuda Sn. Annan’ın 2004 tarihli raporu akıldan çıkarılmamalıdır.
4. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın garantör ülkeler olduklarını, o nedenle onların arasındaki ilişkilerin gelişmesine AB’nin katkı koymasının ve örneğin enerji konusunda bu ülkelerin, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların dahil olacakları mekanizmalar oluşturulmasının pozitif bir atmosfer oluşturulması açısından önemli olduğunu vurguladık. Bu bağlamda “Great Sea Interconnector” projesinden Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin dışlanmasının ekonomik akıldan ve pozitif atmosferin oluşturulmasına katkı koymaktan uzak olduğunu, bu çerçevede revize edilmesinin karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde adada ve bölgede çözüme, barışa ve kalıcı istikrara katkı yapacağını anlattık.
5. AB’nin, BM Güvenlik Konseyi kararlarında belirtildiği şekilde “Kıbrıs’taki statükonun kabul edilebilir olmadığını” görmesi ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ilişkilerini diğer üye ülkelerle ilişkilerinden farksız, “normal” ilişkiler olarak değerlendirmemesi gerektiğini söyledik. “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB üyesi olmasına karşın Kıbrıslı Türkleri temsil kapasitesi bulunmadığını belirterek, örneğin “Schengen” gibi adadaki durumu ve Kıbrıslı Türkleri doğrudan etkileyecek konularda Kıbrıslı Türklerin görüşleri, önerileri ve iradesi dahil edilmeksizin karar üretilmemesi gerektiği vurguladık.
6. “Karma evlilikler”den doğan çocuklarımızın insan haklarının ihlal edildiğinin ve AB’nin bu konuda bir sözü olması gerektiğinin, bu durumun iki toplum arasındaki güveni zedelediğinin altını çizdik.
7. “Mülkiyet sorunu”nun ciddiyetle değerlendirilmesi gerektiğini vurguladık. 2004’ten 2017’ye Kıbrıslı Türklerin çözüm iradesinin karşılıksız bırakıldığını, kapsamlı çözüme ulaşılsaydı, altı temel başlıktan biri olan mülkiyet sorununun önemli bir kısmının da bugüne kadar çözülmüş olacağını ama maalesef bunun gerçekleşemediğini anlattık. 2004 referandumlarından bir yıl sonra, 2005’te kurduğumuz Taşınmaz Mal Komisyonu’nun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun, etkili bir iç hukuk yolu olduğunun, Komisyon’un çözüme henüz ulaşılamayan koşullarda Kıbrıslı Türklerin çözüm ve uluslararası hukuka uygun davranma iradesinin bir yansımasını teşkil ettiğinin ve güneyde açılan davaların yarattığı endişenin çözüm sürecine olumsuz etkilerinin altını çizdik.
8. “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB üyesi olması dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin AB’nin tarafsız kalabileceği konusunda ciddi şüpheler taşıdığını, Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü konusunda katkı koymak istiyorsa AB’nin bu gerçekliğin farkına vararak konum belirlemesi ve yukarıda belirttiğimiz konularda aktif olması gerektiğini vurguladık.
Sn. Hahn, basına açıklanmış olduğu gibi dikkatle dinledi ve görüşlerimizi not aldı. Yukarıda açıklananlar uzun bir süreden beri gerek uluslararası toplumdaki muhataplarımıza, gerekse içeride halkımıza anlattıklarımızın bir özetiydi aslında. Bir kez daha derli toplu anlatma fırsatı bulduk. Diyalog ve diplomasi her zaman iyidir. Herkesle görüşmeye, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan anlatmaya devam edeceğiz…”